Socrates: “Görünmek İstediğin Gibi Ol.”

Socrates’in güzel, yalın bir sözü: “Görünmek istediğin gibi ol.” Yalın ve anlamlı. Ancak insanların bu keşfi yapması kolay değil.

Herkes “iyi bir insan olmak istiyorum” der. “Saygı duyulan biri olmak” hatta “mutlu olmak istiyorum” der. Ancak tam olarak bu kelimelerin anlamlarını ne kadar biliyoruz?

İşte Socrates’in bu sözü tam olarak bir başlangıç noktası. Çünkü “nasıl görünmek istiyorum” dediğinizde sonraki sorular hakkında düşünmek için ilk adımı atmışsınız demektir. Örneğin, “mutlu olmak istiyorum” dedikten hemen sonra gelecek sorular şunlardır: Peki, nasıl mutlu olabilirim? Bunu nasıl başarabilirim?

Nasıl ki vücudumuzu sağlıklı tutmak için fiziksel egzersizler yapmamız gerekiyorsa, ruhumuzu sağlıklı tutmak ve mutlu olmak için de içselleştirerek egzersiz yapmamız gerekir.

Çoğu insan bir şey olmak ister ancak herhangi bir şey olmak tek adımlı bir süreç değildir. Zaman, egzersiz ve içselleştirme gerektirir. Olmak istediğiniz şeyin ne anlama geldiğini kavradığınızda ilk adımı atmışsınız demektir. Örneğin, “çok okumak, gözlem yapmak ve roman yazmak istiyorum”. Bu “yazar gibi davranmam” anlamına gelmediği gibi böyle bir şey yapmam son derece saçma olurdu. 🙂 Eğer 1 yılda 1 kitap bile okumazsam, gezdiğim yerlere ve karşılaştığım insanlara farklı bir gözle bakarak onları gerçekten keşfetmeye çalışmazsam, yazma egzersizleri yapmazsam iyi bir roman yazarı olamam. Okumam, gezmem, not almam, fotoğraf çekmem, insanları dinlemem gerekir. Bunların her birini egzersiz olarak değerlendirebiliriz. Ve tabii ki her biri uzun bir sürecin parçası olacaktır.

Hepimiz mutlu olmak istiyoruz değil mi?

Hepimiz mutlu olmak istiyoruz değil mi? Peki neden mutlu olmayı genellikle büyük şeylere bağlıyoruz? Mesela mutlu olmak için neden tatil yapmayı bekliyoruz? Her gün bizi mutlu edecek küçük geziler yapabilecek neden yılda en fazla birkaç hafta sürebilecek bir zamanı bekliyoruz mutlu olmak için? Sabah yürüyüşü yapmak, yakınlardaki yerlere günübirlik geziler yapmak da pekâlâ mutlu etmez mi beni? Ediyor tabii ki. Öyleyse odaklanmam gereken bu “küçük” geziler değil mi? Üstelik bunların yanına her gün yapılabilecek şeyleri de ekleyebiliriz. Çay içmek, sevdiğimiz podcast’i dinlemek, sevdiklerimizle konuşmak ve daha pek çok şey eklenebilir. Baktığımız zaman bunların hiçbiri “büyük” görünen şeyler değil. Ama mutlu eden şeyler.

Tabii ki benim de her gün yapamadığım ancak fırsat bulabilmişsem ayda birkaç kez yapmaya çalıştığım şeyler de var. Oğlumla ve eşimle tüm gün dışarıda vakit geçirmek, Premier League maçına gitmek, İngiltere’de yeni deneyimler yaşamak gibi. Bunları yapabildiğimde ve yaşadığımda idealimdeki mutlu insan kavramına değer kattığımı görüyorum. Bu süreci devam ettirirsem ve beni mutlu eden küçük şeyleri hayatımın daimi bir parçası haline getirebilirsem sonunda sarsılması zor bir mutluluğa erişmem aslında pek de uzak değil gibi. Ne dersiniz?

Yorumlar (0)
Yorum Yap