Aslında şu anda benim burada olmamam gerekiyordu. Çoktan yola çıkmış ve Orta Amerika yolunda olmalıydım.
Evet, bu etkinin sebebi bu film. Tek suçlu o 🙂 Aslında o kadar etkileyici bir film değildi. Ancak “bir dur da etrafına bak, neler kaybettiğinin farkında mısın?” sorusunu o kadar iyi hissettiriyordu ki…
Çok garip ve açıkcası saçma bir şekilde başlayan film gittikçe anlamlı bir hal aldı. Anlaşılması zor kahramanımız Conner Layne (Christopher Masterson), adam oluyordu resmen 🙂
İşte bu adam olma süreciydi benim filmi beğenmemi sağlayan. Evlenmek üzereyken, nikahın ortasında bu kararından vazgeçen Conner, kızı ve hayatını o anda terk etti. Gittiği Nikaragua’da bir barda karşılaştığı Christopher Loren (Johnny Messner) ve güzel eşi Darlene (Brooke Burns), ona çılgın bir teklifte bulunuyorlardı. Kabul edeceğini bile bile…
Christopher’ın ekibine katılan Conner, Panama’daki Derien Ormanı’nı geçmeyi başarır. Ama nasıl 🙂 Bu sırada tanıştığı Anna (Angelika Libera) -Lafayette’te tanıştığım Rus arkadaşım Anna’ya o kadar benziyordu ki- onu etkilemeyi başarır. Bu noktadan sonra film aşk unsurunu da bünyesine kattı. Ve daha da renkli bir hâl aldı. Bu sırada Christopher’ın neden böyle bir maceraya atıldığını da öğrendik.
Derian macerası bittiğinde Conner ve Anna kendi yollarına giderler. Gittikleri yerlerden biri de dünyanın 7 harikasından biri sayılan ve ölmeden önce gitmeyi kesinlikle istediğim Peru’daki Machu Picchu Antik Kenti’dir.
Ancak Anna’nın babası rahatsızlanmış ve Prag’a dönmesi gerekmektedir. Conner onunla geleceğini söylese de şunları söylerek son kararını açıklar:
“İnsanların evdeki, işteki ya da okuldaki hallerini düşünüyorum. Ve bunu nasıl kaçırdıklarını. Gün doğarken Machu Picchu’dan aşağı baktığımı hatırlıyorum. O an kendimi cennette hissetmiştim ve dünya o andan sonra gerçek bir yer gibi gelmişti. Seninleyken böyle hissediyorum.Elini her tuttuğumda ya da gülerken gördüğümde seni. Ya da öptüğümde hayatta ve huzurlu olduğumu hissediyorum. Ve bu şey beni düşkünü olduğum dünyanın dört bir yanında uyanmamı sağlıyordu. Tıpkı sana olan düşkünlüğüm gibi. Bu hissi anlatmak için kelimeler bulamıyorum. Bildiğim tek şey, 20 yaşındayım ve hayatım evden ayrıldıktan sonra seninle tanıştığım zaman başladı. Ama hâlâ canımı sıkan bir his var. Öyle ki, kendim için yapacak çok şey olduğunu düşündürüyor. Ve bu şeyin peşine düşmezsem belki hayatım boyunca bu yüzden pişmanlık duyacağım. Seninle Prag’a gelemem. Çok üzgünüm.”>İnsanların evdeki, işteki ya da okuldaki hallerini düşünüyorum. Ve bunu nasıl kaçırdıklarını. Gün doğarken Machu Picchu’dan aşağı baktığımı hatırlıyorum. O an kendimi cennette hissetmiştim ve dünya o andan sonra gerçek bir yer gibi gelmişti. Seninleyken böyle hissediyorum.Elini her tuttuğumda ya da gülerken gördüğümde seni. Ya da öptüğümde hayatta ve huzurlu olduğumu hissediyorum. Ve bu şey beni düşkünü olduğum dünyanın dört bir yanında uyanmamı sağlıyordu. Tıpkı sana olan düşkünlüğüm gibi. Bu hissi anlatmak için kelimeler bulamıyorum. Bildiğim tek şey, 20 yaşındayım ve hayatım evden ayrıldıktan sonra seninle tanıştığım zaman başladı. Ama hâlâ canımı sıkan bir his var. Öyle ki, kendim için yapacak çok şey olduğunu düşündürüyor. Ve bu şeyin peşine düşmezsem belki hayatım boyunca bu yüzden pişmanlık duyacağım. Seninle Prag’a gelemem. Çok üzgünüm.”
Buna benzer kararlar ilişkilerimizde de bir şekilde ortaya çıkmıştır. Söylenmiştir veya söylenemiştir. Ama mutlaka bir tarafın düşüncelerinden birinde bu yatmaktadır.
“Seyahat sanatı, bir insanın plânlarından uzaklaşması demektir.”
Selamlar yine ben. Öncelikle film güzel gözüküyo ama şu sıra çok koptum bu film olaylarından. Ayrıca eklemek isterim ki Lafayette tanıştığımız rus, güzel, alımlı, … arkadaşımıza benzetemedim nedense; belki de bana öle gelmedi. Yazı güzel de çok romantik, ayrıca adamın salak olma ihtimali de oldukça yüksek böyle güzel kız yok ben maçu piç’u dan aşağıya sallancam ordan aşağıya işicem falan diye yalnız gönderilir mi? Ne biçim zeka- mantık ? Amaaaan kafam bunladı, aklım şişti…Görüşürüz…