The Fisher King yani Türkçe ismiyle Balıkçı Kral, uzunluğundan ve bu söz konusu uzunluğun tek seferde hakkını verebilecek zamanımızın olmamasından dolayı iki parça halinde izlediğimiz oldukça güzel 1991 yapımı bir film.
Filmin başrollerinde Jeff Bridges (Jack) ile Robin Williams (Parry) yer alıyor. Her ne kadar filmin belli bir aşamasına kadar Robin Williams’ı ya da filmdeki adıyla Parry’yi göremesek de sahneye çıkması ile birlikte filmin geri kalan dakikalarında yoğun bir şekilde ortaya çıkıyor. Onunla birlikte Parry’nin korkuları ve yaşadığı ağır ruhsal çöküşe de yakından tanıklık edebiliyoruz. Jeff Bridges yani Jack, filmin başlangıcından itibaren bizimle birlikte.
Jack, başarılı bir DJ. Kendisine has bir üslubu olsa da bu üslup insanların ya kendinden kolayca nefret etmesini sağlayabilecek türden. Telefon bağlantılarında sürekli olarak karşısındaki dinleyiciyi küçümsüyor ya da onların sıkıntılarını kelime oyunlarıyla geçiştiriyor. Yine programına bağlanan ve daha önce de defalarca bağlanmış olan bir dinleyicinin durumunu çok önemsemeyerek adeta onu geçiştiriyor. Ertesi gün haberlerde programına bağlanan kişinin bir eğlence mekânında etrafa ateş açtığını ve sonrasında intihar ettiğini öğreniyor. Asıl film de bu aşamadan sonra başlıyor.
Jack bir gece Parry ile tanışıyor ve Parry’yi tanıdıkça, onun delirmesine neden olan olayın, programına bağlanan kişinin birkaç dakika sonra gerçekleştirdiği silahlı saldırı olduğunu anlıyor. Büyük bir vicdan azabı yaşayan Jack, kendisini neredeyse Parry’nin mutlu olması yoluna adıyor. Bu süreçte bir süredir birlikte olduğu sevgilisi Anne (Mercedes Ruehl) ile aralarındaki ilişki de filme başka bir boyut katıyor. Parry’nin uzun süredir takip ettiği ve hoşlandığı Sondra‘nın (Lara Harris) hikâyeye dahil olması ile beraber şenlik de başlıyor.
Filmin senaryosu oldukça güzel. Öyle ki, filmin sonlarına doğru birkaç yerde son yazsa pek de şaşırmazdım ve yine de tatmin olabilirdim. Diğer yandan filmin iz bırakan noktaları ise ana karakter ile küçük bazı karakterlerin arasında geçen konuşmaların son derece vurucu olması. Öyle göndermeler var ki, söz konusu konuşmalar çıkarılıp güzel bir yazı tipi ile duvarlara asılabilir. Şimdi bu repliklerden birkaç tanesine yer vererek yazımı sonlandırıyorum.
“İnsanlar kitapçıya işerse, toplum anarşiye yönelmeye başlar…”
“Düşünmek önemlidir, bizi mercimeklerden ayırır.”
“Dünyada ihtiyacın olan üç şey; her türlü yaşama saygı duymak, bağırsaklarının her zaman iyi çalışması ve mavi blazer bir ceket.”
“Nietzche iki cins insan olduğunu söyler: Büyük insanlar, Walt Disney veya Hitler gibi. Bir de bizler, geri kalanlar. Bize başarısız ve ezik der. Bizimle dalga geçilir. Bazen başarıya yaklaşırız ama asla elde edemeyiz. Biz, harcanabilir kütleleriz.”
İzlenesi!
Benim gibi 90'lı yıllarda çekilmiş, Robin Williams gibi oyuncuların yer aldığı etkileyici senaryoya sahip filmleri seviyorsanız kesinlikle izlemelisiniz.
- Puanım 8
Filmi izlemedim ama izledikten sonra okuyun dediğiniz kısmı da okumadan edemedim 🙂 Çok çekici bir filme benziyor, dahası sevdiğim bir tür ve sevdiğim bir adam oynuyor. Sanırım yakında izleyeceğim.