Bu zamana kadar blogumda gerçekleştirdiğim gezilere yer vermedim. Neden yer vermediğime dair hiçbir fikrim de yok açıkçası. Ancak blog yazarlarının bir kısmının henüz blogunu açmadan önce bildiği bir şeyi bazıları da benim gibi sonradan keşfedebiliyor. Blog sadece yazılmak istenenlerin ya da paylaşılmak istenenlerin yer aldığı bir mecra değil, aynı zamanda blog sahibinin hatırlamak istediği, sonradan açıp okumak istediği, uçan sözlerin yerine kalan yazıların tercih edildiği bir yer. Madem ki öyle, son gittiğim yerlere ve gördüklerime dair bu yazıyı kaleme pardon klavyeye almam gayet uygun.
Hani, her şeyden uzaklaşıp bir dağ evine yerleşmek istediğiniz anlar vardır. Benim için de teknolojik cihazlardan, bilgisayarla haşır neşir olmaktan, bilişim ve dijital iletişim gelişmelerini takip etmekten yorulduğum, sıkıldığım bir zamana denk gelen Antakya ve Limonlu – Erdemli (Mersin) gezime dair paylaşımlar içeriyor bu yazı.
Ulaşım için Pegasus Havayollarını seçtim
Pegasus’un fiyat performans açısından tatmin edici bulduğum için uçakla seyahat söz konusuysa ilk olarak bu havayolunun sitesine bakıyorum. Evet, bilet almaya kalkarken genellikle bir yerde hata aldığım ve tekrar bilet almaya kalktığımda ilginç bir şekilde fiyatın yükseldiğini gördüğüm çok oluyor ki belirtmeden geçemeyeceğim. Bu havayolunu tercih etmemin bir diğer önemli sebebi ise İzmir Adnan Menderes Havaalanı ile Hatay (Antakya) Havaalanı arasında doğrudan uçuşu olan tek havayolu olması.
İzmir Adnan Menderes Havaalanına biraz erken varmıştım. Bunu fırsat bilerek doğrudan kapıya geçtim ve uçakları gözlemledim. Fırsat bulduğumda da fotoğraf çektim. Uçuş bir buçuk saat kadar ertelenince ister istemez biraz daha uçakları izleme fırsatım oldu.
Sorunsuz bir yolcuğun ardından önceki günlerin de getirdiği yorgunlukla oldukça bitkin bir şekilde Antakya’ya vardım. Ancak Sibel’i ve ailesini görünce tüm yorgunluğumu bir süreliğine unuttum.
Hatay (Antakya) Arkeoloji Müzesi
Dünyanın en büyük mozaik müzesi olma özelliğini taşıyan bu müzeyi Antakya’ya yolu düşen hemen herkesin ziyaret etmesini tavsiye ediyorum. Özellikle de bizim gibi Müze Kart sahibiyseniz mutlaka zaman ayırmalısınız. 2014 yılında açılan bu yeni müze için ayırmanız gereken vakit en az bir buçuk saat olmalı. Bir önceki gelişimde yeterince zamanımız olmadığı için bir kısmını ziyaret edememiştik. Bu ziyaretimde müzenin tamamını gezebildim. Ancak hâlâ eksiklik hissediyorum. Çünkü müzede yer alan tarihi eserler çok uzun zaman dilimlerini kapsıyor. Bu nedenle ya bir rehber eşliğinde ya da sesli bilgilendirici cihazlarla gezmek gerekiyor. Eserlere dair her bir metni okumaya kalkarsanız kafanız allak bullak olabiliyor ve saatlerce vakit harcamanız gerekiyor. Maalesef ki müzede sesli bilgilendirme cihazları bulunmuyordu.
Misafirperverlik ve Yemek
Antakya’ya yolu düşenlerin zihinlerinden en sık geçen kelimelerden biri olmalı misafirperverlik. Kaldığım süre boyunca gittiğim misafirliklerde çok güzel ağırlandım. Bu yazıyı okurlar mı bilmiyorum ama tekrar tekrar teşekkür etmek istiyorum. En sık geçen bir diğer kelime de yemek sanırım. Öyle ki, Antakyalıların neredeyse birçok etkinliğinde yemek var. Mutfak zengin, lezzetler harika! Hâl böyle olunca nereye gitsek, nereyi gezsek sorularının yerini ´nerede ne yesek´ sorusu alıyor. Özellikle de Harbiye taraflarında birbirinden güzel manzaralı ve lezzetli mekânlar var.
Bir akşamüstü kaçamağı, ya da bir sabah kahvaltısı veya bir akşam yemeği… Hangi zaman diliminde olursa olsun yemekler harika!
Limonlu ve Erdemli
Bir haflık Antakya ziyaretimin 2 gününü tatile ayırdık. Rotamız Mersin’in küçük bir ilçesi olan Limonlu’ydu. Antakya’dan üç buçuk saat süren bu yolculuk için 2015 model Hyundai Accent Blue üzerindeki yön bulma uygulamasını kullanmak istesem de aşırı uğraştırıcı gereksinimler ve mobil uygulama çözümünün daha pratik olması bu seçeneği elememe neden oldu. Google Play’den kısa bir araştırma yaptım ve GPS Navigation & Maps – Scout uygulamasında karar kıldım. Kesinlikle tavsiye ederim. Uygulamayı indirdikten sonra yaptığım ilk iş güncel Türkiye haritasını indirmek oldu. Böyleyece uygulamayı çevrimdışı kullanabildim. Tabii ki yardımcı pilot Sibel’in sesli yönlendirmelerini ve bilgilendirmelerini de unutmamak lazım. 🙂
Limonlu’ya vardığımız gibi denize girdik. Sanırım yüzdüğüm en sıcak deniz buydu. Sakin ve uzun plajı beğendim diyebilirim. Aynı günün akşamında kendisi PolyPad isimli tablet bilgisayar firmasında çalışırken tanıştığım ve uzun süredir internet üzerinde arkadaş olduğum Ahmet Dereli ile buluşmak üzere Erdemli‘ye geçtik. Mersin sınırları içindeyken tantuni yemeden dönmek olmazdı. Ahmet’in önerdiği bir yerde tantunimizi yedik. Sonra da Erdemli sahilinde yürüdük. Doldurulmuş bir sahil olsa da oldukça beğendim. Denizden gelen nemli hava dışında şirin, sakin ve dinlendirici bir sahili var Erdemli’nin.
İkinci günün sabah kahvaltımızdan sonra Silifke yönüne yönümüzü çevirdik. İlk durağımız Kızkalesi oldu. Aşırı sıcaktan dolayı istediğimiz gibi gezemedik fakat güzel manzaranın kısa süreliğine de olsa tadını çıkardık.
Sonraki durağımız Astım Mağarası‘ydı. Astım hastalarına iyi geldiğine inanılması nedeniyle bu adı almış. Toplam 200 metre uzunluğa sahip galerilerden oluşan Astım Mağarası, hayatımda girdiğim ilk mağaraydı. Dev sarkıtlar, turuncu tonda ışıklandırma ile daha ilgi çekici görünüyordu. Dışarıda 50 dereceyi bulan hissedilen sıcaklık varken burası 15 – 20 derece civarlarındaydı ve nem oranı %85 dolaylarındaydı. Sarkıtlar ıslaktı ve terliğim bazı yerlerde tabana yapışıyordu. Mutlaka ziyaret etmenizi tavsiye ettiğim Astım Mağarasından çıkarken yaşanan sıcaklık değişimi özellikle de yaşlılar için dikkat edilmesi gereken bir nokta diye düşünüyorum. Bir rivayete göre de Antakya’ya ismini veren ve Eski Roma Krallarından biri olan Antiochus‘un kızı astım hastası olduktan sonra bu mağaraya sık sık gelmiş ve şifa bulmuş.
Astım Mağarasından yaklaşık üç yüz metre mesafede bulunan Cennet ve Cehennem Çöküklerine geçtik. Cennet Obruğu ve Cehennem Obruğu isimleriyle de anılan bu bölge oldukça ilgi çekici ve dünya genelinde nadir bulunan ani derin çöküklere yani obruklara ev sahipliği yapıyor. Cennet Obruğu 135 metre, Cehennem Obruğu da 110 metre derinlikte. Bu obruklara dair mitolojik hikayeler de var. Merak edenler araştırabilir.
Cennet Obruğu daha geniş bir çapa sahip ve ziyaretçilere tabana inebiliyor. Obruğun altından geçen akarsuyun sesi duyulabiliyormuş. Aşırı sıcak ve sonraki duraklarımızdan dolayı inmeyi tercih etmedik. Cehennem Obruğu ise oldukça ürkütücü. Zira obruğun çapı daha dar ve dolayısıyla algı olarak daha derin ve korkutucu görünüyor.
Müze Kart gişelerinde yazan ´Cennet Girişi´ ve ´Cehennem Girişi´ ifadeleri ise oldukça ironik.
Sıcak havada yaptığımız gezilerden sonra oldukça bunalmamızın da etkisiyle olabildiğince çabuk kendimizi serin sulara bırakmak istiyorduk. Zevkine her daim güvendiğim Ceyhan Çakmak’ın tavsiyesiyle Yapraklı Koya gittik. Biraz geç kaldığımızdan dolayı şezlong kalmamıştı, mecbur havlumuzu serdik. Koyun kendisi iri kayalardan oluşuyor. Kendimi bir an Taş Devrinde bir koya gelmiş gibi hissettim. Su çok güzel olsa da kenarda çiğdem yiyen ve bira içen birkaç sorumsuz insan nedeniyle su çiğdem kabuklarıyla doldu. Keyfimizi kaçırmamak için toparlandık ve Limonlu’ya döndük.
Ertesi gün Antakya’ya dönmek üzere yola çıktık. Ancak Adana Çukurova Üniversitesinde üç yıldır Sibel’in kendisini gelip almasını bekleyen üniversite diplomasını almak için okula uğradık. Yeni kaydolan gençleri gördük. Üniversiteye kaydolduğumuz günleri hatırladık. Bu yeni üniversitelileri bekleyen güzel ve zor günleri, sonrasını konuştuk biraz…
Ve Şaşkın
Maalesef kendisi beni pek sıcak karşılamadı. Öğrendiği yeni kelimelerle birlikte beni de unutmuş biraz. Üzülmedim desem yalan olur. Ancak keyfinin yerinde ve mutlu olması benim için yeterli. Bir sabah birinin günaydın deyişiyle uyandım. Şaşkın’mış. 🙂 Adeta bir insan gibi günaydın diyordu.
Dönüş…
Ayrılıkları sevmem, yine sevmedim. Uzamasını da istemedim.
Yine Pegasus Havayolları ile döndüm. Uçağa binmeden önce yine fotoğraf çekmeden kendimi alamadım.
İzmir – Manisa arasındaki yoğun yağmur bulutları nedeniyle uçak iniş güzergâhını değiştirdi ve Muğla üzerinden İzmir Adnan Menderes Havaalanına yaklaştı. Bu arada Pegasus’un avantaj paketi ile yolculuk yaptım. Bu paket koltuk seçimi ve atıştırmalık yiyecek – içecek ile birlikte 20 kg bagaj hakkı veriyor. Ben tavuklu sandviç seçtim ancak beğenmedim.
Tabii ki beklenenden sonra gerçekleşen iniş nedeniyle Havaş’ın en yakın Kuşadası servisi de gözümün önünden geçip gitti. Mecburen resmi olarak çalışmayan diğer firmayı tercih ettim. İzmir – Aydın otobanında dolu ile karışık yağmur yağmaya başladı ve kendimi adeta kışın ortasında hissettim.
Kuşadası’ndan Söke’ye gelirken de yoğun yağmur ve rüzgâr etkisini sürdürüyordu. Dolayısıyla Söke’de inip eve gelirken de Ağustos ayında yağmurdan ıslanma ayrıcalığını yaşadım.
Son olarak, gezi blogu sahiplerine Allah kolaylık versin. Kısa kısa yazmaya çalışmama rağmen 1200 kelimeye yakın tutan bu yazı için birkaç saat harcadım. Olsun, canım sağ olsun. 🙂