2004’ün Eylül ayında geldiğim Ankara’dan yarın akşam ayrılıyorum. Geldiğimde sıcak bir Ankara karşılamıştı beni. Oysa o kadar soğuk bir şehirmiş ki, her zaman başıma sokacak sıcak bir çatı bulunsa da çok üşüdüm aslında.
15 günlük yurt maceramın sonunda yine 15 gündür tanışıklığımın olduğu 3 arkadaşla Abidinpaşa’da eve çıktım. Onlarla 2 güzel yıl geçirdim. Daha sonra evimi de ev arkadaşlarımı da değiştirmem gerekti. Ardından evi değiştirmek gerekti. Ve onun ardından da ev arkadaşlarımı değiştirmem gerekti… Oysa asıl şehri değiştirmek gerekti!
Zaten bir türlü sevememiştim bu şehri. Özellikle de Ege’den gelen biri için yaşaması çok güç bir şehir. Zira alışık değildim kendi yüzü, insanlarının yüzü ve havasının yüzü asık bir şehre. 6 yılın getirdiği yorgunluğu atmanın vakti de gelmişti artık.
Ne kadar kazanmış bir durumda geldiysem Ankara’ya şimdi o kadar kaybetmiş gibiyim. Ancak bazı kazanç saydığım şeyleri ya hiç kazanmamış ya da daha erken kaybetmiş olmayı tercih ederdim!
İnsan bazen hiç yapamam dediği şeyleri bir süre sonra yapmaya başlayabiliyor. Mağazacılık da benim için kesinlikle yapamam dediğim bir sektörlerden biriydi. Gelin görün ki, toplamda 1.5 yıl yarı zamanlı olarak çalıştığım bir sektör aynı zamanda. Bazen beni çok zorlamış ve yıpratmış olsa da orada kazanılan deneyim çok değerli. Marks & Spencer Bilkent Mağaza’ya adımımı atmamla birlikte her zaman yanımda olan Bülent Erarslan’a, iş görüşmemi gerçekleştirdiğim ve beni işe alan Mahmut Oruç’a, gerçekçi tavsiyeleriyle Güler Hanım’a, iyi bir yönetici olduğu kadar iyi de bir lider olan Haydar Bey’e, bazen ABD ile Rusya’nın ilişkisine benzer bir iletişimimizin olduğu ama çok sevdiğim Sema Hanım’a, turşusu ve olaylara “hoş” yorumlamasıyla mağazanın hareket merkezi Özer Bey’e, eğlenceli bir eğitmen ve samimi bir arkadaş olan Naciye Hanım’a, şu an asker olan ve o mağazanın gelmiş geçmiş en iyi satış asistanı olan ve kardeşim Bahadır’a, göründüğünden de ağır bir yükü olan adaşım Onur Bey’e, ömrümün sonuna kadar hayatımda yer almasından gurur duyacağım daimi dostum Naciye’ye, düzgün karakteriyle hep yanımda olan İsa’ya, az kahrımı çekmemiş olan güzel Dilek Abla’ya, yaşadığı onca zorluklara rağmen hala gözleri gülen fıstık Olcay’a, her konuda mutlaka anlatacak bir hikayesi olan İbrahim Bey’e, bir yastıkta kocayasıca Meral’e, sesini “kesinlikle” özleyeceğim Pınar’a, kısa sürede bizimle kaynaşan futbol fanatiği Miray’a, muhabbet kuşu Ali Ağabey’e, mağazanın İsviçre çakısı Emrah’a, iş yorgunluğmuzu bol bol PES ile dağıttımız Mustafa’ya, zaman zaman Pizzadaşlık yapan Yeliz’e ve her biri ayrı bir rengin temsilcisi tüm çalışma arkadaşlarıma gönülden teşekkür ediyorum. Ukala bir insanı çekmek kolay olmasa gerek 🙂
Artık aileden uzak yeni bir başlangıç için, aileyle vakit geçirme ve dinlenme zamanı…