Alıntılarım: Kürk Mantolu Madonna – Sabahattin Ali

0 1.462

Yeni yazıları kaçırmamak için abone ol

1943 yılında yayınlanan ve son yılların en popüler romanlarından biri olan Kürk Mantolu Madonna, hemen her okuyanı derinden etkiliyor. Her ne kadar işlenen konu açısından bambaşka bir özellik ortaya koymasa da Sabahattin Ali‘nin olaylara ve durumlara dair harikulade cümleleri ve olayların ritimli bir şekilde işlenişi romanın öne çıkan özellikleri olarak gösterilebilir.

Kindle Paperwhite 2 üzerinden okumanın avantajlarından faydalanarak, işaretlediğim cümleleri ve paragrafları yani alıntıları tekrar yazmama gerek kalmadan dışarı aktarabiliyorum. Böylece okuduğum kitaplara dair alıntılardan oluşan bunun gibi içerikler hazırlayabileceğimi ve paylaşabileceğimi söylemek mutlu edici. Bu konuda ilk kitabın Kürk Mantolu Madonna olmasıyla birlikte ilk yazarın da Sabahattin Ali olması da ayrıca hoş oldu.

Kürk Mantolu Madonna Kitabından Alıntılar

Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır.

İnsanlara ne kadar çok muhtaç olursam onlardan kaçmak ihtiyacım da o kadar artıyordu.

İnsanlar arasındaki münasebetleri tanzim eden amiller ne kadar gülünç, ne kadar dıştan, ne kadar boş ve bilhassa asıl insanlıkla ne kadar az alakası olan şeylerdi…

Fakat işte ben, şapkamı uçurmak isteyen rüzgârdan, uğuldayan ağaçlardan ve koşup giderken birçok şekillere giren bulutlardan başka bir şey görmüyordum. Onun yaşadığı yerde yaşamak, onun gibi yaşamak demek değildi… Bunu zannetmek için pek saf ve ancak benim kadar gafil olmak lazımdı.

Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatıyla öteye geçiveriyoruz?

Hiçbir şey beni, hakkımdaki bir kanaati düzeltmek mecburiyeti kadar korkutmazdı.

Zaten muhitimden uzak duruşumun, vahşiliğimin bir sebebi de kitaplarda tanıştığım ve benimsediğim insanları muhitimde bulamayışım değil miydi?

Hayatta hiçbir zaman kafamızdaki kadar harikulade şeyler olmayacağını henüz idrak etmemiştim.

Uzun seneler kimseye haber vermeden âşık olduğum komşumuz Fahriye ile, hayalen, çok kere hayâsızlığa kadar varan münasebetlerim olduğu halde, kendisiyle sokakta karşılaştığım zaman yerlere yıkılacak kadar şiddetli çarpıntılara uğrar, yüzüm ateş gibi kesilerek kaçacak yer arardım.

Bir imkân, mevcudiyetine ihtimal vermeye bile cesaret edemediğim bir imkân, boş ve manasız akıp giden ömrümün yanına kadar sokulmuş ve sonra, birdenbire, geldiği kadar ani ve sebepsiz, çekilip gitmişti.

sabahattin ali

Dünyada bana hiçbir şey, tabiattan melül bir insanın zorla gülmeye çalışması kadar acı gelmemiştir.

Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen hiçbir şey yapmadan, bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün oluyordu?

Zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim…

“Berlin’de yalnızsınız değil mi?” dedi. “Ne gibi?” “Yani… Yalnız işte… Kimsesiz… Ruhen yalnız… Nasıl söyleyeyim… Öyle bir haliniz var ki…” “Anlıyorum, anlıyorum… Tamamen yalnızım… Ama Berlin’de değil… Bütün dünyada yalnızım… Küçükten beri…”

Ne kuzuların ağzından vahşi kurt dişlerinin sırıttığını gördüm…”

Saflığımla, cesaretsizliğimle alay edeceğini düşünmek, bütün insanlara büsbütün arkamı dönmemi, herkesten ümidimi keserek tamamen kendi içime kapanmamı icap ettirecek kadar ağır neticeler verebilirdi.

O zamana kadar bütün insanlardan esirgediğim alaka, hiç kimseye karşı tam manasıyla duymadığım sevgi sanki hep birikmiş ve muazzam bir kütle halinde şimdi bu kadına karşı meydana çıkmıştı.

O zamana kadar bütün insanlardan esirgediğim alaka, hiç kimseye karşı tam manasıyla duymadığım sevgi sanki hep birikmiş ve muazzam bir kütle halinde şimdi bu kadına karşı meydana çıkmıştı. Henüz ona dair hiçbir şey bilmediğimi,

Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? Fakat bu hep böyle değil midir? Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz?..

Ben de, o zamana kadarki hayatımın boşluğunu, gayesizliğini sırf böyle bir insandan mahrum oluşumda bulmaya başlamıştım, insanlardan kaçışım, içimden geçenlerin en küçük bir parçasını bile etrafıma sezdirmekten çekinişim bana sebepsiz ve manasız görünürdü. Zaman zaman beni saran hüzünlerin, hayat bıkkınlığının bir ruhi hastalık alameti olmasından korkardım. Bir kitabı okurken geçen iki saatin ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım.

Biraz evvel zihnimden birbiri arkasına geçen ve her biri mühim ve alaka verici olmakta diğerine taş çıkartan o güzel fikirlerden bir tanesi bile meydanda yoktu.

O zaman erkek azminin ve kuvvetinin ne olduğunu gayet iyi anladım; dünyada hiçbir mahluk bu kadar kolay muvaffakiyetler peşinde koşmaz ve hiçbir mahluk bir erkek kadar hodbin, kendini beğenmiş ve nahvetli, fakat aynı zamanda korkak ve rahatına düşkün değildir.

Bu gecenin hadiseleri, onlara hatıralarımla bile dokunmaktan ürkecek kadar kıymetliydiler.

Bu gecenin hadiseleri, onlara hatıralarımla bile dokunmaktan ürkecek kadar kıymetliydiler. Nasıl biraz evvel ağzımdan çıkacak küçük bir sesin o tasavvur edilmez saadet anının havasını bozacağından korktuysam, bu sefer de hayalimle yapacağım her kurcalamanın, bugün yaşadığım birkaç saatin harikulade vakalarına ve bu vakaların emsalsiz ahengine zarar vereceğinden çekiniyordum.

Bütün isteklerimin en son gayesi belki de ona tamamen, hiç noksansız, bütün maddi ve manevi varlığıyla sahip olmaktı, fakat elde edebildiğimi de kaybetmek korkusuyla, bu gayeye gözlerimi çevirmekten çekiniyor, seyretmekte olduğu ve yakalamak istediği harikulade güzel bir kuşu küçük bir hareketiyle kaçıracağından korkan bir insan gibi atıl kalıyordum.

Bu hareketsizliğin, korkuya dayanan bu tereddüdün daha zararlı olduğunu, insan münasebetlerinde bir noktada taş kesilmiş gibi kalınamayacağını, ileriye atılmayan her adımın insanı geriye götürdüğünü ve yaklaştırmayan anların muhakkak uzaklaştırdığını karanlık bir şekilde seziyor ve içimde sessizce yanan, fakat günden güne büyüyen bir endişenin yer etmeye başladığını hissediyordum.

İnsan ömrü doğumdan ölüme kadar uzanan tek bir yoldan ibarettir ve bunun üzerinde yapılan her türlü taksimat sunidir…

Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazan hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş.

Babam benim için “insan” olarak hemen hemen hiç mevcut değildi; yalnız “Baba” dedikleri mücerret bir mefhumun insan şeklinde görünüşüydü.

Bütün yazdıklarım boşa gitti ve bütün korktuklarım doğru çıktı.

Dünyada bir tek insana inanmıştım. O kadar çok inanmıştım ki, bunda aldanmış olmak, bende artık inanmak kudreti bırakmamıştı.

Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor.

Her şeyi, her şeyi, bilhassa ruhumu hiç bulunmayacak yerlere saklamalı…

E-posta bültenine abone ol
E-posta bültenine abone ol
E-posta bültenine abone ol ve aramıza katıl, yeni içerikleri kaçırma!
İstediğin zaman abonelikten çıkabilirsin.
Bu konuda söyleyecek bir şeylerin olmalı

E-posta adresiniz yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.